Namusumuz, toprağımız, bayrağımız, dinimiz için öyle gözünü kırpmadan ölürüz ki… Bir de bu kıymetler için yaşayanları düşünün, bizleri bilin, biz böyleyiz. Yüzyıl önce mukaddesatımıza saldırma niyetiyle gelenler bunu iyi bellediler. 17 Aralık 1919’da Antep’e gelen Fransızlar şehir halkını Ermenilerle birlikte bastırmaya, sindirmeye geldiler; bizi müstemleke yapmaya geldiler. Çocuklarımıza mektep önlerinde şeker dağıttılar olmadı, o yokluk günlerimizde fırınlara beyaz un yolladılar olmadı. “Bize tabii olun, mandamızı kabul edin çok rahat edersiniz. Siz harpte yenildiniz, teslim oldunuz, şimdi niye bu direniş?” dediler, anlamadılar. 1919 Aralık ayında Antep’e gelen Fransızlar hain Ermenilerle birlikte bizi teslim almaya çalıştılar. Ermeniler o kadar emindiler ki… Koskoca Fransız ordusunun topu, tüfeği, tankı, uçağı, sayısız askerleri ile birlikte şehri almaya ne vardı? Ermeniler sevinçten Fransızları Kilis yolunda sevinç çığlıkları ile karşıladılar şimdiki Antep Lisesinin duvarına yazı astılar “Ermeni Kilikya Devleti’ne hoş geldiniz.” dediler. Fransızlar bu rehavetle ve kendinden emin bir tavırla şehre girdiler ki çok kolay olacaktı teslim almak bu bir avuç Türkü. Zaten yedi cephede yenilmişlerdi, orduları dağılmış, her türlü ağır teslimiyet şartını imzalamışlardı. Ne silahı ne yiyeceği ne askeri ne ordusu ne cephanesi ne giyeceği vardı. İkinci Viyana dönüşünden beri hemen hemen hiç galibiyet görmemiş bu millet ne direnecekti ki. Direndik, öldük. Düşmanın attığı mermiyle, topla öldük; hastalıktan, ilaçsızlıktan öldük. Açlıktan öldük ama düşman çizmesine hanemizi çiğnetmedik. Acımızdan öldük. “Tamam, artık teslim olun. Teslim olduğunuzda kaleye beyaz bayrak çekin bilelim.” Dediler. Şanlı Türk bayrağımızın yanına beyaz bayrak yerine kefenimizi astık. Bu azim, bu irade, düşmanın anlamadığı bu iman; 21 Ocak 1920’de on iki yaşında bir çocuğumuzun, sarhoş Fransız askerlerinin anasının peçesini açmaya çalışan Kamil’in, askerlere taşla karşılık vermeye onları durdurmaya çalışmasıyla başladı. Asker şaşırdı, üç silahlı askere eline aldığı bir taşla direnen Küçük Kamil’e şaşırdı. Şaşırdı, panikledi, ne olduğunu anlamadı. Kamil’i üçü birden hunharca süngüledi ve şehit etti. Şehre bir ateş topu düştü. İki aydır Fransız’a karşı ne yapacağını, nereden başlayacağını bilemeyen millet 12 Ocak 1920’de Araptar baskını ile cesaret bulmuştu. Arkasından Kamil’in şehit edilmesi ilk kıvılcımı ateşledi. Bundan sonra 11 ay süren, nerdeyse geceli gündüzlü, çatışmalar başlamıştı. Bu çatışmalar Antep’in 9 Şubat 19210’de “Gazilik Unvanı” almasına kadar sürmüş ve bu zamandan 25 Aralık 1921’e kadar süren sukut zamanı yaşanmıştı. Şubat 1921’de Londra’da Türkiye’yi işgal eden devletler arasında yapılan konferansta Fransız İşgal Kuvvetleri Komutanı Guro “Yunanlılara daha çok destek verelim, silah verelim, para verelim artık Türkleri bitirsinler!” diyen İngiliz delegelerine: Çanakkale harbinde kaybettiği sağ kolunun boş pardösüsünü sallayarak “Beyler, siz hayal görüyorsunuz! Türklerin işini Yunanlılar mı bitirecek? Biz, koca Fransız Devleti, o kadar askerimizle, silahımızla, donanımızla bir Antep Sancağı ile başa çıkamadık!” dedi. İşte bu konuşma bu anlattıklarımızı izah eder. Biz ölmeyi biliriz. Namusumuz, toprağımız, bayrağımız, dinimiz için öyle gözünü kırpmadan ölürüz. Allah bu millete bir daha düşman çizmesi görmek nasip etmesin. İçimizde nice Kamiller, Karayılanlar, Mustafa Yavuzlar, Boyno Memikler, Araptarlı aliler, Nalbant Hasan Çavuşlar daha nice yiğitler var ki… Asım MIHÇIOĞLU Dr.Samet BAYRAK Tarih,Kültür ve Sanat Çalışma Grubu Başkanı Kent Konseyi Başkanı